Müzik Çalar

25 Mayıs 2020 Pazartesi

Yarım Bir Gün

Ertesi gün, yatağımda çırılçıplak uyanıyorum. Aklım, bir bin bulantının arasında kendi adını hatırlamayı ancak becerebiliyor. İsimler ve olaylar, bir bir çehreme düşüyor. Anlamak hiçbir zaman bu kadar güç olmadı. Vücudum uyuşuk bir şekilde yatakta bir sağa bir de sola dönüyorum. Kendime gelebilmek için yapılabilecek bütün eylemleri gerçekleştiriyorum. Ancak uyuşukluk geçse de baskının izleri tenimde kalıyor. Koridorda yürüyorum. Yalpalıyorum da ancak bir türlü yere yıkılmıyorum. Gözlerim ince bir buğu perdesini tutuyor. Pencerenin perdelerini açıyorum, buğu perdesi ise alev alıyor ve kendimce, günaydın dünya, diyorum. Günaydın! Bugün Adem’den bir farkımın olmadığını anlıyorum. Ya kalbim ya da karnım bir şeyler söylemeye başlıyor. Bir gurultu ya da ince bir acı. Hangisinin hangisi olduğuna karar vermek güç ama bundan önce kendimi cezalandırmayı tercih ediyorum. Soğuk suyu defalarca suratıma çarpıyorum. Kızarıyorum... Utancımdan ya da pişmanlığımdan değil ama tam manasıyla uyanmış oluyorum ki, daha önceleri yalpalayan bedenim bu hamleden sonra dik durmayı becerebiliyor. Bugün günlerden Cumartesi, ayıpların ya da günahların günü. Gerçeklikten kopabilecek kadar ince bir bağ ile bağlı olan toplumun eğlence günü. Çoktan bağlarını toplumdan koparan ben ise gerçeklik ile hayal arasında bir yerdeyim. Kendi evimdeyim. Tam olarak ait olmanın ne demek olduğunu bilemiyorum. Bilmek ister miydim, merak edemiyorum. Bütün hissettiklerim bir önceki günün yansımasından ibaret. Hâl böyle olunca duyularımın keskinliği her yansımada biraz daha azalıyor. Ya gerçekten yaşım ilerliyor ve artık büyüyorum ya da bu dünya beni tatmin edebilecek kadar büyük bir yer değil. İlerleyen yaşım ve ağırlaşan günahlarım kalbimdeki bütün iyiliği yok ediyor. Belki de bugün, kalbim bundan dolayı acı çekiyor. Adını bilmediğim veya adını koyamadığım bütün ıstıraplar bedenimi tane tane ateşe veriyor. Bugün, ertesi gündür artık ve düne dönme şansım yok. Buzdolabına yöneliyorum, kapağını açtığımda ise tek bir düşünce geçiyor aklımdan, o da, buzdolabındaki düzeni hayatımda bulamadığım oluyor. Kendime yetebilecek kadar meyve ve sebzeyi çıkartıyorum gün yüzüne. Renkleri içinden gümüş çiziklerle parça parça, lime lime ediyorum. Ardındansa yiyecekleri kendi kırmızılığımda kaybediyorum. Ruhum bir kara delik, bedenim ise onun giriş kapısı.

Gerçeklik

Bugün, değiştirilmiş bir gerçekliğin gelgitleri arasında dalgalanıyorum. Bana öğretilenler sahip olduğum bilinç ile uyuşmuyor. Yalnız kaldığımda dişlerimi gıcırdatarak bu müzikali zihnimde tartıyorum. Sonrasında ise gerçeklik sabah uyandığımda soğuk bir su ile yüzüme çarpıyor. Popüler kültürün ve emperyalizmin ayakları altında bir hamam böceği gibiyim. Kaçmaya çalıştıkça daha sert eziliyorum. Kaçabileceğim ne bir karanlık var ne de görmemi sağlayacak bir aydınlık var... Sadece içgüdüsü ile hareket eden bir hayvan gibiyim. Duyular ve duyguların etrafında dönen bir acıyım. Acı, sahip olduğum bu iki şeyi de köreltiyor ve zamanla nereye ait olduğumu anlamaya çalışıyorum ama ne yazık ki, anlam yarışında körelirken zamanla da yarışmak zorunda kalıyorum. Bugün, toplumda neye ya da nereye ait olduğumu anlayamıyorum. Bu yük omuzlarımdayken ne tamamiyle yürüyemez hale geliyorum ne de dimdik yürüyebiliyorum. İleriyi görememenin verdiği korku ayak uçlarımdan fark ediliyor. Kafamı kaldırabilmek için yapabileceğim bir şey var mı, merak ediyorum? Bütünüyle bir bilinmezlik sarmalıyor bedenimi ve ürperiyorum. Acaba gece uyuyabilecek miydim? Sabah uyandığımda ise gidebilecek miydim? Prangalar, bileklerimden morartıyor vücudumu. Kalp kırıklıkları ile de ince bir sızıyla sızlıyor. Zaman merhemini sürecek mi yoksa insanlar bileklerimi ezerek mi yerleşecek bu dünyaya? Sorularıma yanıt bulmanın zorluğu gözlerimden okunmayacak kadar saklı ve bulunmaz. Bugün yeni bir yaşıma girmiyorum. Daha çok girmekten de korkuyorum. Bugün doğmadım ya da bugün de ölmeyeceğim. Ancak zamanla varolup, zamanla yok olacağımı biliyorum ve derin bir endişeyle bu hayatı layıkıyla yaşayayıp yaşamadığımı sorguluyorum. Cevap vermek için erken. Cevabını aramak içinse çok geç... Bugün varoluşta kayboluyorum.

"Gördüğüm her şeye anlam yüklemeye çalışmak beynimin lobilerini yoruyor ve var olan bilincim; dünyanın bilinci ile uyuşmuyor."

12


Zamanın on iki damgası vardır. 
On ikisi de haftanın yedi günü gibi birbirinden farklı. 
Zamanın on iki yolu vardır. 
Her biri birbiriyle kesişir, ancak yolun sonu aynı olmaz.

Zamanın ardında bıraktığı on iki şey vardır, 
On ikisi de ayrı bir şey bırakır geriye. 
Zamanın bıraktıkları toplanır Kairos’un avucunda; 
Ancak herkese sunulan fırsatlar aynı olmaz. 

Zamanın on iki bacağı ve on iki de kolu vardır. 
On ikisi de birbiriyle yarışır ve on ikisi de aynı kuvvetle birbiriyle sürtünür. 
Zamanın çıkarttığı kıvılcım Hades’in miğferinden yayılır. 
Ardından suçların cezaları tek bir yargıda verilir.

Zamanın gökyüzünde gezinen on iki bulutu vardır. 
On ikisi de tıpkı bir çoban gibi bekçidir. 
Zeus’la Pan’ın bildikleri kitaplarda yazmaz.
Ama ikisi de zamanın bildiklerine erişmek için yarışır. 

Zamanın on iki kitabı vardır. 
On ikisi de kendisinden bahseder. 
Sayfalar Athena’nın dilinde kıvrılır. 
Böylelikle zamanın destanı yayılır. 

Zamanın on iki damgası vardır. 
On ikisi de haftanın yedi günü gibi birbirinden farklı. 
Zamanın on iki yolu vardır. 
Her biri birbiriyle kesişir, ancak yolun sonu aynı olmaz. 

Zamanın on iki bağlılı vardır. 
On ikisi de zamanı güçlü kılar. 
Zamanın on iki bağlılı vardır. 
On ikisi de zamanın zayıf yönüdür.

III.Silah

Tam altı kere ateş ettim. Altının altısı da isabet etti vücuduma ve dirildim. Bir kurşun da namlunun ucundan seyrediyor beni. Altı kurşunun açtığı delikten seyrediliyor gökyüzü; sonrasında yükselen kokular cennetten mi yoksa cehennemden mi geliyor merak ediyor. Bir kurşun, tam tamına yedinci günah; kardeşlerinin kana bulanmasını seyrediyor. Yirmi bir yansımadan geriye kalan on beş yansımanın hangisi gerçek Musa’nın düşünceleri olduğunu anlamaya çalışıyor... Ki gerçek ölümü bulabilsin diye.

II.Silah

Sol elimde tuttuğum tabancanın kabzası soğuk. Avuç içlerimin sıcak ve terli olmasına rağmen kalbim kabzanın ısınmasına izin vermiyor. İnsan namlunun ucunu ne kadar net görebilir ve tahmini kaç akla hizalandırabilir? Kaç defa ateş alabilir bir yare doğru ve yine kaç defaya mahsus vurur insan kendisini? Ne amaca hizmet ederken iki insan bakışır, sonrasında kaç litre kan akması gerekir hesaplaşma için veyahut bir gökyüzünü boyamak adına? Gayri meşru anıların eziciliği altında bir orospudan hallice olan nizamın hatrı soğuk. Öyleyse kaç kere ölmeli insan? Kaç defa da öldürmelidir?